Figür 1 ve 2 : İstanbul kentsoyluları
1 numaralı figür, her şeye karşın ulusal gelenek ve göreneklere sadık kalan, eski toprak Müslüman bir kentsoyluyu gösteriyor. İstanbul’daki orta sınıfın büyük çoğunluğu ve vilayet halklarının neredeyse tamamı böyle giyiniyor. 2 numaralı figüre gelince, bunun Avrupalılaşmış bir kişi olduğunu söylememize gerek yok. Bu kişi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki herhangi bir dinden ve toplumun herhangi bir sınıfından olabilir.

Bu figürdeki giysi, hükümet memurlarının giysisine tıpatıp uymaktadır. Bu aynı zamanda bir tören elbisesi, ilericilerin “siyah resmi elbisesi”dir. Herkesin bildiği gibi bu elbise, esas olarak kırmızı fes, siyah setre ceket ve siyah pantolon’dan oluşur. Fakat zengin sınıf arasında Avrupalılaşmakta ölçüyü kaçıranlar biraz daha ileriye giderler. Açık yüreklilikle itiraf edelim ki setre ceketi hiç zarif bulmamakta haklıdırlar, onun yerine parklarda gezerken hiç rahatsız olma adı altında, daha rahat giyimli ceketleri ve kendilerine daha uygun gelen yenilikleri yeğlerler.

İstanbul, İzmir ve imparatorluğun büyük kentlerinin çoğunda, kentte gezerken fes yerine, zarafetin simgesi soba borusu gibi şapkalardan giymeyi tercih eden zevki incelmiş ve gelişmiş kentsoylulara rastlanır. Her şeye karşın bu kişiler, muhafazakâr bir üst görevlinin karşısına çıkmak zorunda kalırlarsa giymek üzere, ceplerinde bir fes taşımak ihtiyatlılığım da gösterirler.

Uygarlığın nimetlerini inkâr etmeksizin, siyah setre ceket, fes, pantolon ve potinden oluşan kıyafetin, eski dönemlerde imparatorluğun çeşitli din ve ulusları arasında, giysi nedeniyle ortaya çıkan kinlerin giderilmesinde büyük yararların olduğunu ve olmaya devam ettiğini belirtmeliyiz. Bu giysinin, Müslüman olmayanlan belirleyen farklı işaretlerin ortadan kaldırılmasını sağladığı ve böylelikle yobazların, yani hoşgörüsüz Müslümanların Gayrimüslimlere hakaret etmesine engel olduğu gerçektir. Böylelikle bu kıyafeti giyenlere, Rum, Ermeni, Latin veya yabancı olsunlar, rahatlıkla efendi, bey, paşa vs. şeklinde hitap edilmektedir. Bu iyiliğini değerlendirmemize karşın yine de ilginç, çekici ve pitoresk görünüşü açısından bu yeni giysinin, eskisinin yerini almasına üzüldüğümüzü belirtmeliyiz.

Gerçekten de, geniş cübbe, içinde bacakların rahatlıkla hareket edebildiği şalvar, koltukaltlarını sıkmayan salta, jile yerine kullanılan ve ona göre çok daha rahat olan yelek, kırmızı veya san sağlam yemeni’ler, nezlenin kesin düşmanı olan külah ve sank’tan oluşan bu eski giysi, bütünü içinde basit, soylu, rahat bir elbise ve hiç şüphe yok ki çağdaş Avrupalılaşmaların dar, çirkin, gülünç takım elbiselerinden daha sağlıklı bir kıyafettir.

Dahası, eski giysinin tamamı 100 frank civarında bir masrafla elde edilebilirken, yerli ayakkabıcılara yaptırılan ve yerli terzilere mümkün olacak en ucuz şekliyle diktirilen çağdaş giysi, en azından 250 franga mal olmaktadır. Modayı izleyen kişiler içinse, fiyatlar Paris’tekilerin aynısıdır.

Bütün bunları vicdanımız rahatlasın diye söylüyoruz. Yoksa ilgililerin bu söylediklerimizden etkilenecekleri konusunda en ufak bir umudumuz yok, çünkü terziler, kunduracılar, ayakkabıcılar, kadın berberleri ve diğerlerinden oluşan ordularıyla moda, bizi mağlup etmek için var gücüyle saldırıyor. Bu güce teslim olmaktan başka çare yok.

Figür 3 : Ayvaz
Türk evlerinde, Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi mutfak, selamlık ve harem’den oluşan (erkek ve kadın bölümleri) oturma mekânından ayrıdır. Bu ayrımda, mutfaktan çıkan duman ve kömür kokusunun evin muhtelif katlarının ince duvarlarından geçip, ev sakinlerinin rahatım bozmaması ve içlerine çektikleri havaya et ve balık kokularının karışmaması için gerekli uzaklık düşünülmüştür.

Bu akla uygun düzenleme, tek bir yemek servisindeki bütün yemekleri bir kerede taşımakla yükümlü özel hizmetkârların kullanılması gereğini ortaya çıkarır ve hatta zorunluluk haline getirir, İşte bu hizmetkârlar ayvaz’lardır.

Onların görevleri yukarıda da değinildiği gibi, başlarının üzerinde taşıdıkları geniş bir bakır sini üstünde, birbirini izleyerek servis yapılacak ve sıcak halde tutulması gerekli yemeklerin içine konduğu kaplardan oluşan sofrayı, mutfaktan yemek salonuna götürmektir.

Bu hizmetkârlar genellikle başlarına kalın ve renkli bir sarık sararlar; giysileri salta, yelek ve şalvar’dan oluşur. Ayakları sıcak tutan ve rengarenk desenleriyle bakanları hayran eden, yünden örülmüş, kendilerine özgü çoraplar giyerler, yemenileri kırmızı veya siyah renkte olur. Yaptıkları işin simgeleri ise, çizgili pamukludan futaları, yani önlükleri ve bir omuzlarından diğer omuzlarma attıkları, Bursa’nm beyaz pamuklusundan peçeteleridir.
Kaynak: 1873 Yılında Türkiye’de Halk Giysileri, SABANCI ÜNİVERSİTESİ