“Bu gerçek bir yaşam öyküsü değil” diye yanıtlıyor eleştirileri. “Kişileri değil, bir yaşam tarzını hedef aldık.” Filmin yeterince sanatsal ve rafine olmadığı yolundaki eleştirilere de, “Rafine kalsaydık, aşağıda kalırdık” diye cevap veriyor Metin Akpınar.
+ “Abuzer Kadayıf” biraz olaylı bir şekilde girdi gösterime.
— Netice itibarı ile senaryo yazıldı, bir rejisör emek verdi, oyuncular toplandı ve bir film çekildi. Bu zaten kendisi bir olay, bunu başka olaylara çekmek kolay. Bu filmin topluma vermesi gereken mesajlarının yanında, adı “olay” olan öykü çok küçük ve minik kalmalı. Yoksa hem filme hem bu minik öyküyü yaratanlara yazık olur.
+ Senaryoyu ilk elinize aldığınızda neler düşündünüz?
— Bu Türkiye’nin ciddi bir sorunu. Türkiye’de hem Klasik Türk musikîsi, hem de bizim kalıtsal olarak taşıdığımız halk müziğimiz var. Onun dışında başka bir müziğimiz yoktu bizim. Derken birileri bir şeylere öykündü ve de adı özgün müzik mi, arabesk mi, pop-folk mu, kıro-pop-folk mu, ne olduğu belli olmayan bir müzik türü doğdu, gelişti, büyüdü ve sarmaşık gibi sardı. Çünkü ilkel, algılanması kolay ve tekrarı afyon tesiri yapıyor.
+ Jilet de gerektiriyor.
— Dindeki zikir gibi. Jilet zaten o yüzden atılıyor. Yani bir insan bedenine zarar verir mi? Müzik dinleyince keser mi kendini? Bu şizoid bir rahatsızlığın üst basamaklarında yapılır ancak. Yoksa binlerce kişi elini kaldırıp böyle sallayabilir mi? “Haydi eller havaya” diyorlar. Hadi eller havaya gidiyor. 1000 kişi. Biz toplumu kendi lehine bir şeyler yaptırmak için çırpınıyoruz. Olmuyor. Birader “çakmaklar yakılsın” diyor, çakmaklar yakılıyor. “Bağırın!” diyor, feryat figan oluyor ortalık. Bu benim için ciddi bir problemdir. O yüzden senaryo bana geldiğinde mutlu oldum. Dedim ki, “Hah şimdi bundan bir şey yapılır.” Tunç Başaran ve Kandemir Konduk ile çalıştık. Benim de minik müdahalelerim oldu senaryoya. Sanıyorum, halkımızın da düşünce mekanizmasında kuşku yaratabilecek bir film çıktı ortaya.
+ Sokak çocuklarını topluma kazandırmaya çalışan Ersin Hoca karakterini nasıl açıklıyorsunuz?
— Bir profesör, eşini yanlış bir davranışla kaybetmişse, bir küçük çocuk onu gasp sırasında bıçaklamışsa, normal olarak insanın intikam alması gerekir. Ama bu eğitilmiş bir beyinse, intikam almak yerine bu çocukların günahı olmadığı için onları sağaltma çabalarına girişir. Hocamız da iyi niyetle böyle düşünüyor ama 360 milyon lira maaşı var ne yazık ki. Kolay para kazanmanın yolunu öneriyorlar ona. Bir arkadaş çıkıyor, biraz bağırıyor, medya destek veriyor, şöhret oluyor. Arkasından para geliyor. Villalar, arabalar, yatlar. Sen de bu yolu seç. Sesin de var diyorlar. O da bu yolu seçiyor.
— Burada bütün hikâye şu aslında: “Bu bir film anacığım. Bunu anlamakta zorluk çekiyor bazı arkadaşlar. Gerçek bir yaşam öyküsü değil. Ama olabildiğince objektif, nesnel olmaya çalışan bir film.
+ Ersin Hoca karakterini Işın Çelebi’ye benzettiğinizi söylemiştiniz.
— Şişmanlıktan ötürü Işın Çelebi demiştim ama benim hedefim İlter Turan hocaydı.
+ Abuzer Kadayıf karakteri için kafanızda bir hedef var mıydı?
— Önemli bir hedef yoktu. Eğer dağarcığınızda o malzeme yoksa araştırırsınız, bakarsınız. Eskiye göre de bu çok kolay. Televizyon var.
+ Polemiklere bakılırsa İbrahim Tatlıses’i hedef seçtiğinizden emin bir kitle var.
— Burada tabii ki türkücü kardeşimizi eleştirerek bir yere varılmaz. Anadolu’nun bağrından kopmuş gelmiş, beyniyle göynü uyumlu, kendi yöresinin derdini ezgiye dökmüş bir sanatçıyla uğraşılır mı? Biz ulusal kabulde bir yanlışlık olduğu kanaatindeyiz. Evrensel bir kabul varsa ona karşı çıkamazsınız. Avrupa Birliği lâfları etmek istemiyorum. Sizin insanlarınız eğitim eksikliği yüzünden yanlışın içerisindeyse, bu onların günahı değil. Anca birileri böyle bağıracak çağıracak ki, birileri de nem alacak.
Kaynak: 2000, Aktüel Dergisi