Nisan 1993 Cumartesi günü. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bir gün önce uzun bir dış geziden dönmüştü. Yorgun olmakla birlikte her zaman yaptığı sabah sporundan vazgeçmemişti. Koşu bandından inmek istediği sırada göğsündeki acıyla sendeledi. Ayakta durmaya çalıştı, ancak o gücü kendinde bulamadı. Yere yuvarlandı. Gürültü üzerine odaya eşi Semra Hanım girdi. Manzara korkunçtu. Köşk personeli anında seferber oldu. Bir an önce onu hastaneye yetiştirmeye çalışıyorlardı.

Ancak Cumhurbaşkanı Özal, hastaneden içeri girdiğinde yaşamını yitirmişti. Yine de doktorlar umudu kesmediler. Onu yaşama döndürebilecek tıbbi bütün müdahaleleri denediler. Ancak bunlar da sonuçsuz kaldı. Özal’ın en yakınındaki isimlerden olan Kaya Toperi öğle saatlerinde Cumhurbaşkanının yaşamını yitirdiğini resmen duyuruyordu. Türkiye şoktaydı. Dünyada da yankı bulmuştu Özal’ın bu zamansız ölümü.

Semra Hanım, tüm bunlar olurken eşinin saçlarından bir tutam keserek alıyordu. Kimbilir belki de o an eşinden kendisine sonsuz bir armağan kalmasını istiyordu. Ya da… Evet, ya da içindeki kuşkuları aydınlatmada kullanmak istiyordu o bir tutam saçı.

turgut özal zehirlenmiş miydi?

Çok geçmeden Özal’ın ölümünün ardındaki sır, konuşulur oldu. “Özal zehirlenmiş miydi?” Kapalı kapılar ardında bu çok tartışıldı. Olabilir, diyen de vardı, mümkün değil, diyen de. Ancak Semra Hanım içindeki kuşkuları bir türlü söküp atamıyordu. Yurtdışında bir sürü kapı çaldı, laboratuvar aradı durdu. ‘Tarafsız” bir şekilde bu saçların DNA analizlerini yaptırmak istedi. Ancak olmadı. İlgi bekledi devletten. Bir girişimde bulunulsun istedi. Bu da olmadı. Biraz da yoruldu. Kendi sağlığı da tehlikeye giriyordu. O kuşkularla bugüne, geldi Özal ailesinin diğer bireyleri.

Peki ya bugün? Bugün durum biraz farklı. Turgut Özal’ın büyük oğlu Ahmet Özal, babasının ardından son derece çalkantılı bir dönem yaşadı. Türkiye’ye gelemedi. Yurtdışında bile bir tür kaçak yaşam sürdü. Sonra Türkiye’ye döndü. Ve bir yıl önce patlayan Susurluk skandalı ve ardındaki çetelerle birlikte babasının ölümünü yeniden gündeme getirdi. Hem de Orgeneral Eşref Bitlis’in ölümüyle birlikte. Onun da annesi Semra Hanım gibi babasının zhirlenerek öldürüldüğünden ciddi kuşkuları vardı. Bu konuda bildikleriyle birlikte altını çizdiği tüm kuşkularını TEMPO’ya anlattı oğul Özal.

Siz ailece babanızın ölümünden şüphelendiniz mi?
— Babamda o zamanlar bir yorgunluk vardı. Her şeyden önce aşırı kiloluydu. Houston’da çekaptan döndükten sonra çok sağlam çıkmıştı ve kalbinde bir şey yoktu. Zaten bay-pas olduğu için damarlarında da bir şey yoktu. Kalbi oldukça sağlamdı. Doktorlara göre ani kalp durmasıymış. Bize, “Zehirlenme vakalarında da bunlar olabiliyor” dediler. Birdenbire değil, zaman içerisinde de zehirlenme olabiliyor. Yurtdışında yaptığımız araştırmalarda bir zehirlenme olayı olduktan sonra 48 hatta 72 saat vücutta dolaşır ve sonra da ani bir kalp krizini gündeme gelirmiş. Bir hafta sonra da zehir etkisini gösterebiliyor denildi.

Peki bu anlamda bir girişimde bulundunuz mu?
— Annem babamın saçlarından bir tutam aldı. Çünkü ölümünden şüphe ediyorduk. Zehirlendiğinden şüphelendik. “Otopsi yapalım” dediler. Olmadı. Tahminimce otopsi yapılsaydı bile o zaman anlaşılmazdı. Çünkü söylenilenler şu şekildeydi. Babamın sağlık durumu çok iyiydi. Hiçbir problem yoktu. Saölarından alından bir parça kriminolojik testlerden geçirilseydi her şey çok daha farklı olurdu. Babam öldükten sonra her şey değişti. Saç telinden, zehirlenip zehirlenmediği çabuk belirlenir. Saç çürümeyeceği için ne kadar sürede zehirlendiği de ortaya çıkacaktır. Türkiye’de kriminolojik araştırma sistemi çok iyi oturmuş değil. CIA veya FBI’nın laboratuvarlarında ortaya çıkacak bir şey bu. Fakat bunu yapacak olan devlet. Hiçbir şekilde bir yazışma bile yapmadılar. Saç tellerinin yurtdışına gönderilmesi için gerekli yazışmaların TC Devleti tarafından yapılması gerekmez miydi? Sanıyorum ki annem de uğraşmaktan bıktı artık. O kadar uğraşmış fakat ciddi bir laboratuvar bulamamış. İstenirse bu araştırma hâlâ da yapılabilir. Çok zor bir şey değil bu.

Kaynak: 1997, Tempo Dergisi