Ayla’nın ailesine teselli ziyaretine giden Zeynep Değirmencioğlu, bu biçare ailenin büyük üzüntüsüne katılarak, talihsiz yavruyu kaçıran zalim insana hitaben bir mektup yazdı: «Filmlerimi gördünse, eğer beni biraz seviyorsan Ayla’yı bana bağışla. Hiç olmazsa yaşadığını söyle. Ne olur, yalvarırım sana.»
Takvimler Ayla Özakar’ın esrarlı kaybolma hâdisesi üzerinden iki ay geçmesine üç gün gibi küçük bir zaman parçası kaldığını gösteriyordu. Günler, birçok kimse için hatta birçok kimseler deği, İstanbulluların yüzde 99’u için her zamanki mûtad olaylarla ve bunlara pek az yenilerinin katılmasıyla, alışılmış akışlarına devam etmişlerdi. Yalnız bir aile, bu süre içinde akıp geçen bütün olayları bir yana itmiş, bir tek olayın üstünde acıların en deriniyle yaralanmış bir halde mıhlanıp kalmıştı. Bu kayıpları yüzünden iki çocuk, bir ana-baba olmak üzere dörde inen Özakar ailesiydi.
Ayla’nın bahtsız babası, aile büyüğü olarak, kederlerini bir an önce sona erdirmek için her çareye başvurmuş, fedakârlığın her çeşidini göze almıştı. Bütün istediği kızını bulmaktı. İki aya yakın bir zaman boyunca gözüne bir an uyku girmemecesine yaptığı kızını bulma mücadelesinden sonra, sadece onun hayatta olduğunu bildiren bir işarete de razı olmuştu. Evet, küçük bir hayat işareti hiç değilse zihinlerinden yüreklerine zehir çağlayanları halinde inen kötü ihtimallerin baskısından onları kurtaracaktı.
Sanat sevgisiyle olduğu kadar kardeşlerinin sevgisiyle de çarpan küçük kalbi, hemen tüm İstanbulluların kalbine eşit bir hassaslık ile Özakar ailesinin acısına katılan Ayşecik, geçen salı günü günü Ayla’ların Bahçelievler’deki bahtsız yuvalarına koşmuştu. Kapıdan içeri girdiği zaman, matemli bir eve girdiğini gözlerinin gölgeli ifadesinde açığa vuran Ayşecik, bakışlarını bir insanlarda bir eşyalar üzerinde dolaştırıyor, elinde olmadan dudaklarının kıpırdayışı bir tek kelime konuşamayacağı zannını uyandırıyordu.
Ayla’nın iki küçük kardeşi Ayşecik’in etrafını sarmışlardı. Onu ablalarına benzettikleri için, sanki kimler tarafından ve nereye kaçırıldıklarını bilebilirmiş gibi:
— Ayla nerede, onu gördün mü? gibi sorular soruyorlardı. Ayşecik, önce bu sorulara karşılık verememiş, dudaklarının kenarında ağıt habercisi çizgiler belirdiği sırada onları okşamakla yetinmişti. Ayla’nın kederli annesi Aysel Özakar, Ayşecik’te bir teselliciden fazla bir şey bulmuştu. Onu, yavrusuna kavuşacağı günlerde yapacağı hasret dindirici sıcak hareketlerle kucağına alıp bağrına basmıştı. Ayşecik bahtsız bir anneyi böylece teselli edebilmenin verdiği bir kalp huzuru içinde kendisini tamamiyle bırakmıştı. Anne, onun yanaklarını gözyaşlarının karıştığı öpücüklerle doldururken, bir yandan da:
— Aylacığımla ne kadar birbirinize benziyorsunuz yavrum! diyordu.
Küçükler onun yanından bir türlü ayrılmak bilmiyorlardı. O yaştakilerin samimi davranışları ile ellerini, yüzünü okşuyorlar:
— Sen ablamızın arkadaşısın biliyoruz. Ama o ne zaman gelecek?
Ayşecik, kederli bir yüz hareketiyle:
— Ablanız gelecek, şimdi büyükannesine misafirliğe gitmiş diye karşılık veriyordu.
Öte yandan evdeki diğer misafirler tahminlerini konuşturuyordu. “Ayla’yı çingeneler kaçırmışlardır. Saçlarını kesmişlerdir. Yüzü gözü kirlenmiş ve tanınmayacak hale gelmiştir. O çingeneler hep böyle yaparlar.”
Ayla’nın kardeşleri Ayşecik’e tekrardan:
+ Ablam ne zaman gelecek?
— Mutlaka gelecek, mutlaka gelecek.
Ayla’nın annesi tesellici bir küçük meleği andıran Ayşecik’i kederin fazlası ile karıştığı bir takdir duygusuyla seyrediyordu. Fakat, Ayşecik’in gitgide bir çaresizlik duygusuna kapıldığı da gözden kaçmıyordu. Birdenbire yüz hatları keskinleşmiş, karşıki duvarda, boyundan biraz daha yüksek bir noktaya bakışlarını mıhlamıştı. Ayla’yı kaçırdğını zannettiği şahsa hitap ediyordu. Bu seslenişe beyazperdede hayranlıkla seyrettiğimiz el hareketleri ve mimikleri refakat ediyordu:
— Filmlerimi gördünse, eğer beni biraz seviyorsan, Ayla’yı bana bağışla. Hiç olmazsa yaşadığını söyle. Ne olur, yalvarırım sana.
Ayşecik eve döndüğünde bile olayın tesiri altındaydı. Gazetecilere dönerek, ısrarlı bir tavırla yalvarıyor:
— Ne olur ağabeyler bu işin peşini bırakmayın. Biz çocuklar için annesiz, babasız yaşamak çok zor. Hatta imkânsız. Bir de 58 gündür kaybolan Ayla’yı düşünün. Zavallı Ayla. O şimdi kim bilir ne yapıyor?
Kaynak: 1961, Artist Dergisi