Hop Oldu İşte Pop
Popo kelimesi ise, kesinlikle pop kelimesinin “o” hali değildir, pop kelimesiyle olsa olsa, ancak mecazi düzlemde ilişkilendirilebilir.

Pop müzikte “Yerli malı yurdun malı, öyleyse yerli malı kullanmalı” jargonunun pek muteber olduğu günümüzde, bilinen anlamda asla milliyetçi takılmasak bile yine de milli pop tarihimize bir bakalım dedik. Tabii, Murathan Mungan’ın “Biz, kültür travestileri” tanımlamasını gözaıdı etmeksizin.

Vakti zamanında, yani komünikasyon çağma girmeden önce, Karadenizlinin popu “Uy kemençeci dayu”, Egelinin popu “Çökertme”, Güneydoğulunun popu “Ayağında gundura”, Trakyalının popu “Aman bre deryalar”. Doğulunun popu “Anlıyam, şanlı-yam, Vanlıyam”dı (türkü isimlerinin tarihsel gerçekliği yoktur). Yani emik, bölgesel, vs. sınırlardan öyle kolay kolay vize alındığına şahit olunmamıştı. İstanbul ise payitaht, biraz faridı yani. Enderun sarayda zevk-u sefa ve dahi sanatsal yaratıcılık adına cefa çekerek yüksek sanat takılırken, başkentli elit-avam bu müziğin popüler uzantılarıyla işret ederek en çok da hüseyni türkülerle nefsini köreltmekteydi. Gel zaman git zaman, kelepir İtalyan turplarının ucuz operetlerinden fevkalade hislenen başkentli halkımız, bunu bahriye çiftetellisiyle halvete sokup kanto denen, hem bir manada Levanten hem de yollu bir afet yarattı. Kanto için ciddi bir ses ve ses kullanımı gerekmiyordu gerçi ama, olmazsa olmaz bir unsur vardı: işve!
“Ben kalender meşrebim güzel çirkin aramam, gönlüme bir eğlence isterim olsun” diye kıkırdayarak, nice külhanbeyini külhan ocaklarında yakadururken bizim keşafenin başına değişim belası musallat oldu. Bu ter-ü taze TC bizim işveli kıza “Ermeni çocuğu” nazarıyla bakıp, nazik yerine tekmeyi atıverdi.

Kelimesel başta Abdullah yerine Apo demekle, popüler yerine pop demek arasında bir fark yoktur. Yani müzikte pop dendi mi, zaman ve gittikçe globalleşen mekanın göreceliğinde en geniş kitlelerin benimsediği bir miizik türü idrak edilir. Popun kökeninin pop-com kelimesinden geldiği yolunda bir rivayet varsa da, bu sadece bir asri zaman tevatürüdür.

Neyse geyik bazını biraz seyreltip, cumhuri popa girelim. 20’lerde resmi ideolojinin de pek itibar ettiği, Buenos Aires batakhanelerinden yetişme kösnül ve bir o kadar da kıvrak bir keşafeyi misafir ettik; ama ona asla börekler açmadık. Biyoloji bilmi açısından kabul edilemez olsa da, bir güzel de gebelendik bu keşafeden. “Sensiz kaldığım geceler, hasretin bağrımı deler” misali terk edilmeye yüz tutmuş Osmanlı terbiyesinin rahleyi tedrisinden geçip kösnüllüğünden uzaklaşmış, buna mukabil ince bir hüzün kazanmış hoş kızlar da doğurduk. Bir rüzgardı, gelip geçti tango. Bu arada plak, radyo, vb.’ nin yaygınlaşmasıyla müziğin milli sınırları iyiden iyiye kırılmaya başladı. Ama bu arada popa kökenlik eden popülerde bir kavram kargaşası oluştu; “geniş kitle” amacı “geniş genç kitle”ye daraldı. Böylece pop kuşak çatışmasında bir unsur olma manası da kazandı, tabii 60’lann gençlik hareketleri dinamiğinin paralelinde. Hemen bir parantez açıp, popun hiçbir zaman bir tür olmadığını belirtelim; Rhythm and Blues, Funk, Soul, Country, Disco, Rock and Roll, Jazz Rock, Electronic Rock, Literary Rock, Punk, Reggae, New Wave, Heavy Metal, Folk Rock, Hard Rock, Soft Rock, Psychedelic Rock, Progressive Rock, Acid, Rap gibi pek çok tür, farklı sürelerde pop üst başlığının altına misafir olmuşlar, zamanla bunlarm bir kısmı popluktan çıktıktan sonra halk nezdinde olmayan bir itibar kazanıp ciddi müzik kulvarına kaymışlardı. Batı anlamındaki pop, ülkemize ilk olarak orijinal dilinde girmiş, kısa süre sonra bu mecranın kompetanı Fecri Ebcioğlu, Sezen Cumhur Önal vb. elinde altı kaval üstü şişhane hesabı Türkçe sözlere kavuşmuştu.

Bir süre sonra misafiri kendimizle ilişkilendirme ihtiyacı doğdu. Böylece halk müziğine bir kanal açıldı. Üç Hürel’ler. Barış Manço, Cem Karaca, Erkin Koray… Bir tarz folk-rock pop kulvarında ilerlediler. Box-office bazında bunların en uzun ömürlüsü Man-ço’ydu; ama “Fesuphanallah”lar, “Şaşkınlarla hem klasik fabrikatörü, hem de uzlaşma gayretine girmeden bugün de en gençleri yakalayan ise Koray oldu. Fikret Kızılok, Hümeyra, Esin Afşar, Modem Folk Üçlüsü ise rock kulvarına sapmadan folka bulaştılar. Kızılok ve Hümeyra zaman içinde özel renklere dönüştüler ama, kitlelerinin küçülmesi nisbetinde kelime olarak pop özelliklerini de yitirdiler. Selda halk müziğine daha yakın durdu; sol tandanslı olma “ayrıcalığı” da taşıyan Sadık Gürbüz, Rahmi Salluk, Zülfü Livaneli’nin de dahil olduğu bu kulvar, bir zaman sonra “özgün” ismini aldı. Bugünkü durumda ise, sosyo-kültürel düzeyimize koşup, “tabancasını unutmuş helada, başı belada” Ahmet Kaya ile bayağılığın son sınırım zorlarken, Selda da sonunda zilleri takıp, çıkı çıkı yapmaya girişti.
Bu arada kulvarın sol tandasına da halel gelip Haşan Sağındık, Arif Nazım gibi çığıran popçular da “özgün”e eklemlendiler. Folka teatral bir tınıyla bulaşan Ayla Algan’ı da es geçmeyelim.

Aslında son derece isabetli bir isimlendirmeyle TRT literatürüne “Türkçe sözlü hafif Batı müziği”olarak giren pop; televizyonun kazandırdığı ciddi ivmeyle 80’leri “aranjmanın altın çağı” olarak yaşadı. Eurovisionlar, Altın Mikrofonlar sayesinde birden her yerden popçu fışkırmaya başladı. Disiplinli papağan Ajda, kah Mina, kah bilmem kim ve illa da Parizien bir imajla süper star oldu. Füsün Önal poplayıp hopladı, ama popta dansı daha ciddi boyuta getiren söyleyişinde hep bir rock tınısı olan Seyyal Taner oldu. Nükhet Duru kendisini saran melankoliyle “Ben Sana Vurgunum” deyip, duygularımızı can evinden vurdu ve giderek bir balad yorumcusuna dönüştü.
Bugün için her üçünün “rating”i hayli küçülmüş durumda. Alaturka cilalı çok güçlü bir ses olan Nilüfer’in box-office’i ise devam ediyor.

TOPLUM
Bülent Ortaçgil ve “Benimle Oynar mısın?” ise caz tınısı taşıyan gerçek bir müzikal kalite sembolü olarak kulvarın tarihine gark oldu. Aydın Esen, Yiiz-başıoğlu’nun vefatımn akabinde Şenay’ı ve yerli popta kaliteyi devralma temayülü göstermiş olsa da, vazgeçip kendini caza vurdu. “Ateşten Günler” gibi pop-jazz mini senfonileri olan Serdar Kalafatoğlu ise kalite faktöründen dolayı piyasaya fazla kalın gelip, film müzikleriyle yetinmek zorunda kaldı. İlhan Usmanbaş, İlhan Mimaroğlu gibi ciddi müzikçiler ise asla popa tenezzül lütfunda bulunmadılar. İradesi içi ya da dışı, genelgeçer “normal” sıfatıyla birlikte müzik üretimini de durduran Er-güder Yoldaş ise, “îlliada”da olduğu gibi Anadolu müzik geleneğiyle ilişki-lenerek ya da “Sultani Yegah” örneğinde olduğu gibi klasik Türk sanat müziğiyle demlenerek, bir nevi senteze gitmiş; kökleri bize ait olan bir pop müzik yaratma yolunda önemli adımlar attı.

Disco ritmi. Aranjman süredursun, bu tarz içinde çok güçlü melodik yapılan olan “Perhaps One Day”, “Wish”, “Let in the Light” gibi besteleriyle, önemi halen tam idrak edilememiş büyük müzik adamı, klasiğin rahle-i tedrisinden geçme Şerif Yüzbaşıoğlu ve icracı eşi Şenay da kalite açısından mihenk taşı oldular. “Sev Kardeşim”, “Hayat Bayram Olsa” ya da disco ritminin bizdeki ilk denemelerinden “Honki Ponki”yle çok popüler olsa da, Şenay’ın dönemin halet-i ruhiyesi-ne pek denk düşmeyen, yani aşk-maşk değil de etikçi bir burjuva hümanisti tavrıyla yazdığı şarkı sözleri ve gittikçe daha da abstreleşen yorumu ve imajı kitlesini hayli daralttı.

Adeta bir mantar tarlasını andıran günümüz pop müzik arenasının teknik tabam, “synthesiezer ithal oldu mertlik bozuldu” sözüyle tanımlanabilir. Sampler’i, yani ses ömekleyiciyi de ihmal etmeyelim bu arada. Dışarıda iş yapmış bir parçanın kalıbını alıp üzerine birkaç arabesk motifle yüzlerce kombinasyon türetmek artık işten değil. “Aydıni” burun kıvırma alışkanlığımızın objelerinden biri olan arabesk, bir dönem basbayağı ağırlığını koymuş, pop üst başlığı altına giren melez bir türdür. Ve diğer popla, hep şu ya da etkileşmiştir.

Sezen, önce en bi dokunaklılığıyla kozasım örmeye başladı; arabeskin imbiğinden, haddeden geçmiş bir mazoşizmle akıp “Sen Ağlama” dedi. Daha sonra bir kedisi bile olmadığı için bize kolaylıklar diledi. Sonra bir de baktık ki, döllenmeyle değil de parçalanarak çoğalıyormuş; gremlins misali Sezencikler sardı etrafımızı. MFÖ de, bir yandan reggae (daha sonra da rap) ritm ve duygusunu getirirken, argo konusunda da Sezen’le aşık atıyordu. Ama ne argo; raconunda argoya eyvallah! Çünkü resmi terminolojiye, dolayısıyla da iktidara bir alt kültür oluşturarak kafa tutma, en azından muhalefet etme anlamını taşır icabında. Ama bunlannki, Özal liberalizminin düşüncede değil ama harekette özgürlük jargonuyla uslanmış, devletine sadık ar-goluğun yüzkarası bir sarı argo (hep san sendika olacak değil ya!). Artık vahşi kapitalizmin kurallan tam işliyor; kolay ve dolayısıyla ucuza üretilip, büyük bir hız ve kolaylıkla tüketilecek bir popomuz (pardon, popumuz oldu, maşallah). Evladiyelik aboneliklere yer yok, çıkarıldığında posası bile kalmayan tek kasetlik pop starlar devri bu devir. Amma velakin cümbür cemaata şarkı söylemeyi bilmiyorum, sesim de yok diye bağıran Hakan Peker’ler, hadi yine iyisiniz yedirdim size, benim sesim onun kadar bile yok diyen Tayfunlar ve daha niceleri. Şu an, içlerinde nitelik olarak daha iyi olanlar olsa da, daha kalıcı starlık nüvesi taşıyan tek isim yeteri kadar kıllandıktan sonra
bir George Michael edasıyla “Hepsi Senin mi?” diye mal beyanı isteyen Tarkan. Ne diyelim, bizi hak ile yeksan etmediler, bu bize müstehaktı.

Kaynak: 1994, Nokta Dergisi