Elbise-i Osmaniye’yi daha iyi incelemek ve anlayabilmek için yapılması gerekenlerin uzun bir listesini oluşturabiliriz. Burada yapmaya çalışacağım ise, meseleyi sadece belirli bir açıdan deşmek olacaktır. Bu açı ise, kitabın oluşum süreci ve ortaya çıkışından farklı olarak sonrasıyla sınırlı kalacaktır. Daha kaç adet basıldığını bile bilmediğimiz ve ne şekilde dağıtılıp tüketildiği konusunda pek fikrimiz bulunmayan bu kitabın yıllar sonra garip bir akıbeti bulunduğu, Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivi’ndeki bir belge serisinden ortaya çıkmaktadır. — EDHEM ELDEM
Figür 1: ANKARALI BAŞIBOZUK
Sözlük anlamında kafa kıran diye tanımlayabileceğimiz bu korkunç başıbozuk sözcüğünün, gerçekte hiç de böyle korkutucu bir anlamı yoktur. Bu sözcük, sözlük anlamıyla ilgisi olmayan, yalnızca askerlik görevinden bağışık kimse demektir. Ancak bu bağışıklık onların, Kırım Savaşı’nda görüldüğü gibi, büyük olaylar olduğunda, gönüllü olarak ülkelerini toprağını savunmak ve en ön sıralarda savaşmak için askere gelmelerine engel değildir. Bu duruma artık çok sık rastlanmıyorsa da, onlardan her istenildiğinde bu görevi yerine getireceklerdir.
★
Bazı kentlerin, örneğin İstanbul’un sakinleri askerlikten bağışık, yani bir anlamda başıbozukturlar. Aynı şekilde bazı ayrıcalıklı meslekleri yapan işçiler de başıbozuk olarak kabul edilirler.
★
Ankaralı başıbozuğun, yaptığı iş itibariyle askerlikten bağışık olduğunu pek düşünmemek gerekir. Çünkü giysisine göre ya sürücü (at kiralayan veya süren) ya da arabacıdır.
★
O, aba kumaştan bir camadan veya yelek giyer. Bu yelek kruvazedir ve üstteki düğmesi şöyle bir iliklenmiştir. Sık çizgili ipekten mintanının kolları dirsekten itibaren açıktır. Onun üstüne sarımsı gri renkte, çok kısa bir cepken giymiştir. Bu cepken, siyah ipekten şeritler ve anlatılması zor ama cepken kumaşı dokunurken basit bir yöntemle yapılan siyah desenlerle süslenmiştir. Aynı kumaştan poturu, dikiş çizgileri ve cep kenarlarında siyah şeritlerle bezenmiştir. Potur kopçalar yardımıyla bacakları kalçaya kadar sımsıkı sarar. Tunus modası sarı ve kırmızı ipekliden kuşağa kadar bölümde ise genişler. Sağlam tabanları olan kırmızı maroken botların yumuşak konçları vardır ve kenarları oyuktur. Başına sıradan bir fes takar. Bu fesin uzun mavi bir ipek püskülü vardır ve etrafına, üzerinde canlı renklerde çiçek ve yaprak resimleri bulunan bir yemeni mendil sarılır.
Figür 3: ANKARA YÖRESİNDEN MÜSLÜMAN KÖYLÜ KADIN
Ankara yöresinin Müslüman köylü kadını, giysiyi sadece örtünmek için bir gereksinim olarak kabul ettiğinden, bütün lüks arayışını takılar üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Oymalı ve kabartmalı gümüşten bir tepelik, fesinin üst bölümünü kapatır. Yine gümüşten zincirlere takılı iki sıra halinde fındık altını bu tepeliğe dairesel olarak asılır. Yavaş hareketlerle yürürken çok sevimli bir madeni gürültü, bir fısıltı kendisini izler.
★
Altından diğer takılar arasında Süleyman peygamberin sihirli mührünün kazıldığı bir armudiye başının etrafında sallanır. Bu takı, sahibi için mutluluk güvencesidir. Bu sihirin gücü sayesinde bütün girişimlerinde başarılı olacaktır. İnce bir sanatkârlığın ürünü olan hafif telkâri küpeleri, pembe kulak memelerine takılmıştır. Koyu ve parlak saçlarının üzerinde kendilerini belli ederler.
★
Sanatkârane bir şekilde düzenlenmiş altın ve gümüş paralardan oluşan bir gerdanlık Tunus ipeklisinden kuşağının üstüne kadar iner, omuzlarını kaplar. Düz yakalı ve kısa kollu çizgili hırkasının altından, dirseklerden itibaren mintanın kolları çıkar. Mintanın orta bölümü göğüs üzerinde yarı açıktır ve yukarıda sözünü ettiğimiz bu zengin ve zarif takıların altında kaybolup gider.
Figür 2: ANKARA YÖRESİNDEN MÜSLÜMAN KÖYLÜ
Çarpıcı desenlerle süslenmiş, beyaz keçeden bu garip pardesü, Ankara yöresindeki Müslüman köylünün başı ve ayakları hariç bütün vücudunu örter. Bu giysi aslında eski Galatyalı çobanların difter dedikleri giysileriyle, Fransız köylülerinin Bretagne ve Landes yörelerinde hâlâ giydiği keçi derisinden yapılan ve kabaca sagum diye adlandırılan giysinin oldukça genişlemiş olanından başka bir şey değildir. Bu kendine özgü örtüye kepenek ismi verilir.
Bir Türk atasözü, hiç kuşkusuz bile bile, bir parça gizemli bir dille kepenekten söz eder. Atasözü şudur: Kepenek altında herkes yatar. Bunun çok sayıda yorumu vardır. Yaygın olarak iki yorum kabul edilir. Birinci yoruma göre, “Her cins insan kepenek altında yatabilir. Kepeneğin altındaki bir şehzade olabileceği gibi, sıradan bir keçi çobanı da olabilir. Yani insanları görünüşlerine göre değerlendirilmemelidir.” İkinci yoruma göre, Türk halk bilgeliğinin bu alaycı yargısını şöyle anlamak gerekir: “Her şey kepenek altında gizlenmiştir, orada bütün bir dünya bulunur. Orası en azından bir meskendir.”
Kaynak: 1873 Yılında Türkiye’de Halk Giysileri