Sultan-El-Ulema, Konya’da iki yıl vaaz ve ders vererek yaşadıktan sonra bu sefer Belh’ten Konya’ya değil, gurbetten vatana, yani dünyadan ahirete göçtü. O ne kadar iri yapılı, sert mizaçlı, muhteşem tavırlı idiyse oğlu Celaleddin, o kadar yumuşak huylu, mütevazı tavırlı, narin yapılı ve nahif bünyeli idi. Sultan Veled, her ikisi şöyle der:

MEVLÂNÂ — Yanlış ve doğru hakkındaki fikirlerimizin ötesinde bir alan var. Sizinle orada buluşacağım. Ruh, çimenlerin arasına uzandığında, dünyanın doğru-yanlış fikirlerinize ihtiyacı olmadığını göreceksiniz.

— Dedemin azameti kibriydi. Babamın tevazuu Muhammedi’dir.
Babası da oğlu Celaleddin için şöyle buyurmuştu:
— Ben yaşadıkça ve mânâ meydanında salınıp gezdikçe benim gibi birer zuhur etmez. Ben bu dünyadan göçünceye kadar bekleyin. Benim oğlum Mehmed Celaleddin nasıl bir adam olacak görürsünüz. O benim yerime geçecek, benim mertebemden daha yüksek bir mertebeye ulaşacak!

0449-ikramiye-apartmanlari-turkiye-is-bankasi-evleri-ellili-yillarda-apartman-daireleri
İŞ BANKASI — Her türlü konforu haiz dörder odalı ve çok değerli apartman dairelerinden tam 24 adet hediye ediyor. Her 150 liraya 1 kur’a numarası.

Mevlana’nın ilk üstadı ve şeyhi babası olmuştu. Mevlana çok küçük yaşta okuma yazma öğrenmişti. O, bunu şu cümlesiyle anlatır:
— Ben daha yedi yaşındayken sabah namazında «İşte biz sana kevser suyunu verdik» ayetini okur, ağlardım.

0449-hasan-ali-yucel-yazilari-mevlana-celaleddin-rumi-ayinleri-750-nci-olum-yildonumu-1957-hayat-dergisi-arsivleri (1)
MEVLÂNÂ — Böyle ölürüm sana olan aşkıma, bulutların güneş ışığında eriyip yok olması gibi. (1957, Hayat Dergisi)

Mevlana’nın fazla duyarlı olması ve heyecanı çocukluğundan başlar. Daha beş yaşında iken çok defa oturduğu yerden fırlar, heyecanlar geçirirdi. O derecede ki, babasının müritleri onu ortalarına alıp kendisini bir yere çarpmasın diye korumak zorunda kalırlardı. Bu hâl geçtikten sonra anlattıkları, dinleyenleri şaşırtacak şeyler olurdu. Mevlana, vaktinden önce gelişen bir çocuktu. Zaten aile veraseti de zengin bir soydan geliyordu. Hayatını yazan Eflakî’nin naklettiğine göre babası, göz bebeği oğlu için şöyle söylermiş:
— Benim hüdâvendigârım ulu bir nesildendir. Onun veliliği asilliğinden gelir. Çünkü büyük annesi Şemsulleimme Serhasi’nin kızıdır. Benim annem de Belh hükümdarı Harizmşah’ın kızıdır. Ahmet Hatibi’nin annesi de Belh hükümdarının kızıdır. Bunu bildirmekten maksat, onun malûm nesebini öğrenmektir. Ta ki şecereciler ve münazaracılar ulu âbâ ve ecdanının böyle dünya ve ahret sultanlarından ve temiz unsurlardan süzülüp geldiğini bilsinler.

0449-mevlevilerin-buyuk-ayini-sema-1957-hayat-dergisi-mevlana-750-nci-olum-yil-donumu (1)
MEVLÂNÂ — Kendini küçük görmeyi bırak. Sen yürüyen evrensin.

MEVLANA İLİM YOLUNDA
Mevlana, babası öldüğü zaman yirmi dört yaşlarında vardı. İki oğul babasıydı. Birine babasının (Sultan Veled), birine ağabeysinin (Alâeddin) adını vermişti. Fakat o zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da kendisini tam ilim öğrencisi olarak görmekteyiz. Mevlana, üstadını alır ve kendi medresesine getirir. Dokuz yıl onun manevi nezareti altında yaşar. Bu yıllar içinde genç Mevlana, din ilimlerinde bilmediği, tahkik etmediği bir cihet kalmamak üzere devrin tahsil merkezlerinden Halep ve Şam’a sefer eder. Halep’te Halâviye medresesine iner. Orada devrin en büyük Hanefi fakîhlerinden biri olan Kemaleddin ibn-el-Adim ile tanışır ve ondan Fıkıh okur. Bir müddet sonra Şam’a gelir. Şam, Mevlana’nın hayatında ve eserinde mühim iz bırakmış bir yerdir. Burası büyük bilgi merkezlerinden biriydi.

0449-pe-re-ja-kolonya-reklami-1957-yilinda-parfum-ellili-yillarda-kolonya-markalari
PE-RE-JA — En güzel ve en taze çiçekler daima PE-RE-JA parfümleri için toplanır.

Orada Maksidiyye medresesine indi. Birçok büyük sofi ve âlimlerle tanışıp sohbet etti. Birkaç yıl süren bu tahsil ve aynı zamanda riyazet devrsinden sonra Şam’dan ayrıldı, Kayseri’ye geldi. Şeyhi Seyyid Burhaneddin oradaydı. Mürşit yadigârı Mevlana’yı Seyyid bağrına bastı ve şöyle dedi:
— Allaha hamd ve şükür olsun ki, bütün zahir ilimlerde babandan ileridesin. Fakat Ledün ilminin incilerini açman için bâtın ilimlerine de dalmanı arzu ediyorum. Benim dileğim önümde bir halvet çıkarmandır. Sonra ona yedi günlük bir halvet teklif etti. Mevlana, yedi günü az bulur ve kırk günlük bir halvet ister. Seyyid Burhaneddin onun için bir ücre hazırlar. Mevlana, halvete girer. Burada bir ibrik su, birkaç arpa ekmeği vardı. Kırk gün sonra şeyhi geldi, kapıyı açtı. Baktı ki Mevlana, derin bir tefekküre dalmış huzur içinde oturuyor. Usulca çıkıp gitti.

0449-moran-reklam-ajansi-arsivleri-siyah-beyaz-hemsire-fotografi-verem-ile-mucadele-verem-oldurur-mu
ÇALIŞMAK İSTİYOR MUSUNUZ? — Kadının yüksek meziyetlerinden faydalanan hemşirelik mesleğine girmekle en uygun işe atılmış olursunuz. «Hemşire olabilir miyim?» broşürümüzü isteyiniz.

İkinci ve üçüncü çile de böyle geçmişti ki, sonuncusunda kapıyı açıp girdi. Mevlana onu güleryüzle karşıladı. Seyyid, genç safiyi hararetle kucakladı. Yüzünü gözünü öptü ve:
— Nakli, akli, kisbi, keşfi bütün ilimlerde eşi, menendi olmayan bir insan olmuşsun dedi. Bu halinle bâtın sırlarını bilmede, hakikat ehlinin siyretleri gidişinde, gayıpları açmakta, ruhaniyette, gaiblerin yüzünü açmakta, ruhaniyette, gaiblerin yüzünü görmede peygamberlerin, velilerin parmakla göstereceği bir kişisin şimdi. Dünya ve ahrette Allah’a hamd olsun ki, zayıf ve nahif olan bu kul, ebedî saadet ve devlete erdi. Haydi, yürü de insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülmeyecek bir rahmete gark et. Bu suret âleminin ölülerini kendi mânâ ve aşkınla dirilt!

0449-hasan-ali-yucel-yazilari-mevlana-celaleddin-rumi-ayinleri-750-nci-olum-yildonumu-1957-hayat-dergisi-arsivleri (2)
MEVLÂNÂ — Böyle ölürüm sana olan aşkıma, bulutların güneş ışığında eriyip yok olması gibi.

ŞEMS İLE KARŞILAŞMA
Mehmet Celaleddin Belhi, Konya’da zahir ilimlerinin hâkimi olarak onları okumaya, vaızlar vermeye, babasından sonra müritlere şeyhlik eden Seyyid Burhaneddin yerine mensuplarını manevi yolda terbiye etmeye başladı. Hanefî fakihi sıfatiyle fetvalar veriyordu. Artık başına ucunu omuzuna bıraktığı bir sarık sarıyor, kolu geniş bir hırka giyiyordu. Hayatı muntazam, her şeyi tertipli, temiz ve itinalı idi. İlim ve zühd yolunda gidiyordu. Riyazeti az yiyip az uyumayı bırakmamıştı. Fakat gene içinde bir gariplik, bir kimsesizlik hissediyordu. Çünkü Seyyid’in ölümüyle gene yalnız kalmıştı. Ruh ve mânâ arkadaşı olmadan nasıl yalnız kalabilirdi? Bu defa karşısına şimdiye kadar görmeye alışmadığı biri, daha doğrusu bir güneş çıktı.




Bu güneş, Şems-i Tebrizî idi. Bir gün Mevlana, Pamukcular medresesinden çıkmış, bir katır üstünde etrafında mollalar ve müritleri, Şekerciler hanının önünden geçiyordu. Günlük elbisesiyle başında önüne gelen yerinde «La İlahe İllallah» yazan büyük, çentikli bir kavuk, acayip halli, altmışlık bir adam, hanın önündeki sedirden fırlayıp Mevlana’nın bindiği hayvanın dizginlerine sarıldı, karşısına dikildi ve şöyle dedi:
— Ey dünya ve mânâ nakitlerinin sarrafı, ey esamâ-yi ilahiyyenin (Allah adlarının) arifi, söyle! Hazret-i Muhammed mi, Bayezid mi büyüktür?
Mevlana hayret içinde cevap verir:
— Hayır, hayır! Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin, velilerin başıdır. Hakikatte büyüklük, ululuk onundur.

0449-hayat-dergisi-kapagi-1957-yilinda-dergi-arsivleri

 Kaynak: 1957, Hayat Dergisi