Esrar kullananlar nedense üzerine sıcak ve demli bir çay içmeyi âdet edinmişler. Otel ve yolculuk arkadaşım Fransız kızı Chantal da otelde içtiği esrardan sonra çay içmeye İran’da tanıştığı Pakistanlı arkadaşlarına gitti. Tabii yanına beni de alarak. Hepsinin de mahmur halinden esrar kullandıkları belli oluyordu. Sıcacık demli çayları yudumladıkça kendilerine geliyorlar, aralarında konuşup şakalalaşıyorlardı. Önce bir arada resim çektiriyorduk. Bu onlara güven veriyor, sonra da onların resimlerini çekmemi gayet tabiî karşılıyorlardı. Bu her yerde böyle oluyordu. Afganistan’dan Nepal’e kadar.

0238-cicek-kusagi-yetmislerde-genc-olmak-1976-hayat-dergisi (2)
Yazı İşlerim Müdürüm tarafından bana Katmandu’ya gitmek görevi verildiği zaman heyecanlanmaktan kendimi alamadım. Bu benim Doğu ülkelerine çıkacağım ilk görev gezisi olacaktı. İlk işim İran, Afganistan, Hindistan ve Nepal’e otobüs işleten yazıhanelere gidip yol arkadaşlarım hippileri incelemek oldu.

HER YERDE PİSLİK VAR
Yolda, bir benzin istasyonunda mola verdik. İstasyonun yanında bir de restoran var. Fakat yine pislik götürüyor. Hele mutfağın kapısından içeri şöyle bir başımı uzatayım dedim, pişman oldum. Böyle pisliğe Türkiye’de rastlamak imkânsız bir şey. Anlatılacak gibi değil.

Bizim yol arkadaşlarının bir bölümü çorbaya yattı. Ben de fincana dudaklarımı değdirmeden bir tek çay ile yetindim. Bir titizlik üzerime anlatamam. Yeniden yola çıkınca ferahladım. Akşam yemeği olarak konserve barbunyaya devam ettik. Geceyi hiç uyumadan, Salim’le çene çalarak geçirdik. Saat üçte Tahran’a girdiğimiz zaman, hâlâ geceydi. Otobüsümüz bizim Sultanahmet’teki hippi otellerinin bir benzeri önünde durdu. Sokak fenerinin soluk ışığında başımı kaldırıp tabelasını okudum: «Hotel Amirkabir!»

0238-alo-reklamlari-1976-mavi-boncuklu-ozlenen-deterjan-artas-ajans
ŞÜKÜRLER OLSUN — Özlediğim deterjan! Bütün çamaşırlarımda, pamuklusundan sentetiğine, beyazından renklisine. Mavi boncuklu ALO.

Salim’den otelin şehir merkezinden çok uzak bir yerde olduğunu, ucuzluğu nedeniyle bizi buraya getirdiğini öğrendim. Üstelik iki gün kalacakmışız. Hiç ses etmeden otelin daracık kapısına yürüdüm. Yukarı dimdik bir merdiven çıkıyordu. Hemen tırmanıp üst kata vardım. Kapısı açık odalardan birindne içeriye başımı uzattım. El yordamıyla duvardaki elektrik düğmesini bulup çevirdim. İçerisi sarı bir ışıkla aydınlandı.
+
Hayatımda, Sirkeci ve Anadolu’nun küçük, gelişmemiş kasabaları dahil, bundan daha pis, berbat bir otel odası gördüğümü hatırlamıyorum. Karyolanın üstüne battaniye bile serilmemişti. Gelişigüzel atılan çarşaf ise, herhangi bir toz bezinden daha beyaz sayılamazdı. Köşede meyve kabukları, buruşturulmuş yağlı kâğıtlar, ne idüğü belirsiz birtakım paçavralar duruyordu. Odanın ağır havasıyla midemin kabardığını hissettim. Hemen lambayı söndürüp çıktım. Batılı oldukları halde, pisliğe aldırmadan, boş odalara yerleşmeye başladılar. Onlar dağılırken, ben de hızlı adımlarla otel dedikleri bu pislik yuvasından uzaklaştım.

0238-cicek-kusagi-yetmislerde-genc-olmak-1976-hayat-dergisi (0)
Afganistan’da genç ihtiyar, pek çok kimse uyuşturucu madde kullanıyor. Hem de hiç çekinmeden sokak ortasında bile.

TANIMADIĞIMIZ HİPİLER
İran’da, hele başkent Tahran’da esrar alıp satmak ne kadar sıkı tedbirlerle önlenmişse, aksine Afganistan’da da o kadar başıboş bırakılmış. Cebinde az-çok parası olan herkes istediği zaman esrar bulabiliyor. Tabii bunların başında da yol arkadaşlarım hipiler geliyor. Alman ve Avusturyalı hipiler rahatça uyuşturucu madde bulabilmek için böylesine uzun bir yolculuğu göze aldıkları için Afganistan’a gelir gelmez hemen esrar aramaya başlıyorlar. Bu arada resim çekmek için yanımda bulundurduğum esrarın birazını onlara ikram edince, keyiflerinden ağızları kulaklarına vardı. Yol boyunca etrafımda dönüp durdular. Bir dediğimi iki etmediler.

UDO, «KAMİKAZE» OLUYOR
Çarşamba günümüz, pek içime sindirierek içemediğim çayla başladı. Dikkat ettim, yol arkadaşlarım çay bardaklarının kenarındaki fazla şekerleri ceplerine indiriyorlar, kâğıt peçeteleri de.

Saat 10’da yola çıkacağız. Yeniler geliyor otobüse. Her türden insan var aralarında. Avustralya’ya çalışmaya gidenlerden, hippilere; eli-yüzü düzgün, temiz giyimli gerçek turistlere kadar her türlüsü.

0238-national-televizyon-reklamlari-yetmislerde-televizyon-reklamlari-dertsiz-televizyon
NATIONAL — Net, parlak bir görüntü. Canlı, berrak bir ses. Bunların yanı başında, özellikle arızasız çalışma yeteneği.

Mako’da Türkçe bilen insan yok. Ama aksi ve pek konuşkan olmayan insanlar. İki Avusturyalı dostumun arkasındaki sırada bir Japon oturuyor. Japonun hippisi de bir başka. Kısa boylu, pire gibi bir adam. Meşin siyah bir anorak giymiş, ayağında ise kahverengi kadife bir pantolon. Takunyaları tanktan farksız. Beyaz maden çerçeveli yuvarlak gözlüklerinin ardında çekik gözleri cin gibi bakıyor. Kusursuz İngilizce konuşuyor. Adının Udo olduğunu Avusturyalı çiftten öğrendim.

Udo’ya kanım kaynadı. Ancak anlaşmamız zor. Adını da beğenmedim. Bu yüzden ona «Kamikaze» adını taktım. Hani şu Japon intihar pilotlarının adı. Diğer otobüs yolcuları da bu adı pek tuttular. Kırk yıllık Udo, bizim Katmandu otobüsünde Kamikaze olup çıktı!

0238-erdoganlar-yapi-malzemeleri-yetmislerde-mutfak-mobilya-malzemeleri
Kocanız salonu terkedecek ve mutfağa yerleşecek. Mutfaktaki bu fazlalık göğüs germeye değer. | ERDOĞANLAR YAPI MALZEMELERİ • Bağdat Cd. No:214 Selamiçeşme – Kadıköy

ESRARKEŞLER BENİ OTOBÜSTEN ATTI
El-kol hareketleriyle beni işaret eden esrarkeşler dertlerini Marcel adlı arkadaşıma Almanca anlattılar. Sonra meseleyi bana açık-seçik izâh etti:
— Bak kardeşim, bunlar senin fotoğraf çekmenden hoşlanmıyorlar. Bilmiş ol. Sonra karışmam yani.
Çoğunluğun öfkeli bakışları karşısında «Peki, peki!» demekten başka çıkar yol yoktu. Makinelerimi toplayıp çantama tıktım. Öfkeyle otobüse binip yerime oturdum. Yine yola düzüldük. Aradan bir geç saat geçti. Birden gözüm yanımdaki sırada oturan Fransıza takıldı. Sırt çantasını yere koymuş, buruşuk gömleğinin söküklerini dikmeye çalışıyordu. Dayanamadım, yine davrandım makineme. İşte ne olduysa, bu sırada oldu. Otobüsün içi birden kadınlar hamamına dönüverdi. Kızlar ciyak ciyak bağırıyor, erkekler homurdanarak üzerime yürüyorlardı. İlk işim makinemin güvenliğini sağlamak oldu. Çantaya tıktım. Ayağa kalktım. Ağız dalaşı, itişip kakışmaya varınca, Marcel otobüsü yolun kenarına çekip durumu şöyle açıkladı:
— Bak arkadaş. Bunlar senin ikide bir makinene sarılmandan pireleniyor. Biz bu adamı çekemeyiz diyorlar. Seni bırakacağız burada. İn arabadan!

Söylene söylene toparlandım ve otobüsten indim. Marcel yine insan evladıymış. Yol paramın bir kısmını bana iade etti, özür bile diledi. Esrar düşkünleri, yabancı organı istemeyen bir vücut gibi, beni reddetmişlerdi.

Yarım saat sonra Belçika plakalı bir Peugeot sökün edip yanımda durdu. Biri direksiyonda, öbürü onun yanında iki kişi vardı arabada. Kendimi içeri, arka tarafa attım. Şansım düzeliyordu galiba.



0238-istanbul-da-buyuk-yangin-1976-hayat-dergisi

Kaynak: 1976, Hayat Dergisi