Sertab Erener büyümüş de küçülmüş bir çocuk gibi sanki. Kâh küsüyor insanlara, kâh unutuyor bir anda dargınlıklarını. Kendisiyle çocukluğu hakkında konuştuk ve dertleştik. — 1997, Cosmopolitan

0284-bir-kucucuk-kiz-cocugu-1997-sertab-erener-roportaji (2)
SERTAB ERENER — On bir yaşında yakalandığı kolit hastalığı tüm ailenin yaşam tarzını değiştirmesine sebep olmuş. “İncelikler Yüzünden” (1997, Cosmopolitan)

Çocukluğunuz nerelerde geçti?
— Pierre Loti’de büyüdüm. Babam avukattı ve adliyenin oralarda bir evimiz vardı. Daha sonra iki üç ev daha değiştirdik. Doğduğum ev Cağaloğlu’ndaydı. Geçenlerde gidip gördüm oraları. Bir çocuk bahçemiz vardı. Çocukluğumu salıncakta geçirdim diyebilirim. Parkın alt kısmında bir sarnıç vardı. Hepimiz korkardık ondan. “Sarnıçın içinde bir şeyler oluyor, insanlar var” diye birbirimizi korkuturduk. O park da zaten adliyenin kenarıdır.
Mahalle arkadaşlarınızla aranız nasıldı?
— Şu anda aklımda bir isim yok çünkü biz toplu halde oynardık. Özel bir arkadaşım yoktu. Abim benim için çok özeldi ve en yakın arkadaşımdı. Ben de onun için öyleydim. Hâlâ da öyleyiz zaten. Bir de kapıcının kızı vardı, şimdi hatırladım. Nedense bütün bebeklerimi gidip ona verirdim. Ne garip. annemler gece çıkıp gezmeyi seven insanlardı. Abimle ikimiz kalırdık evde gece.
Sakin mi yoksa yaramaz bir çocuk muydunuz?
— Vallahi sakin olmadığım kesin. Nerede abuk subuk, garip şey varsa Serdar’la yapardık. Bir kere evdeki tüm yastıkları toplayıp, kanepelerden birinin üstüne koymuşuz, ben üstüne çıkmışım, ki ne nedenle olduğunu katiyyen bilmiyorum. Düştüm tabii ve kolum çok acıdı. Abim, annemler gelene kadar koluma buzlar koydu. O da sekiz yaşında o zamanlar. Ben de üç veya dört yaşındayım. Sonradan öğrendik ki kolumu çatlatmışım.
İlkokulda parlak bir öğrenci miydiniz?
— Büyük Reşit Paşa İlkokulu’nda birinci sınıfı okudum. Sıradan bir öğrenciydim sanırım. Sonra semt değiştirdik. Çünkü Pierre Loti eski büyüsünü kaybetmeye başlamıştı. İş yerleri açılmaya başladı ve annemler bundan rahatsız oldular. Eskiden çok güzeldi, size anlatamam. O zamanlar bir iş merkezi değil de yerleşim bölgesi olan Şişli’ye taşındık. Daha çok abimin arkadaşlarıyla oynadım. Derler ya “erkek gibi büyüdü” diye. O kadar değilse bile çamurun içinde çivi oynadığımı hatırlıyorum.

0284-ericsson-gf-788-reklami-1997-yilinda-cep-telefonlari
GF 788 — küçük boy, büyük performans • uzun konuşma süresi • kolay kullanım • dört farklı renk | GF 788 o kadar küçük ki, yanına koyduğunuz her şey büyük kalacak. Bu gidişle dünya daha da küçülecek.

Özellikle gitmek istediğiniz bir okul var mıydı?
— Yoo. Yoktu ama ailem o zamanlar hayatımızın en önemli hatasını yaptılar bence. İtalyan Lisesi’ni kazanmış olmama rağmen, gittiler beni Işık Lisesi’ne verdiler. Şimdi benim çocuğum olsa hayatta Işık Lisesi gibi bir liseye vermem. Açık bir cezaevi olayı yaşandı o lisede yıllarca. Çok kötü anılarım var lise yıllarıma dair. Her şey kurallara bağlıydı. Ama benim daha o zamanlar bile kural adamı olamayacağım belliydi. Kapıda Rukiye Hanım diye bir kadın dururdu, ismini hiç unutmam, ondan nefret ederdim. Çok sevdiğim bir yüzüğüm vardı, onu aldı kadın. Çok mu kötüledim, onlara da ayıp olmasın.

Lisede pek başarılı bir öğrenci değildiniz o zaman.
— Tabii ki değildim. Yahu nefret ediyordum okulun her şeyinden. Bir de utanmadan beni Fen bölümüne aldılar. Asıl işkence o zaman başladı. İçim kararmıştı derslerden.
Bir çocuk olarak kabullenebildiniz mi başınıza gelenleri?
— O zamanlar neyin ne olduğunun farkında değildim çünkü küçüktüm. Ama nedense kendimi suçlu hissediyordum. Ama nedense kendimi suçlu hissediyordum. Şu anki bozuk kimyamın da sebeplerini o yaşadıklarıma bağlıyorum. Önce sarılık hastası oldum, sonra da kolit oldum. Annemle babamı üzen kişi olarak görüyordum kendimi. O suçluluk duygusu da ciddi bir mutsuzluk getiriyordu aslında. Örneğin yediklerimiz tamamen değişti. Küçükken bize tenekelerle doğudan otlu peynirler gelirdi. Pastırmalar, sucuklar yenirdi. Bütün o güneydoğu kültürü evimizden bir anda silindi. Babaannem yollardı bize onları. Birden haşlama etler, çorbalar, pilavlar yenmeye başlandı. Sanki hastane yemekleri yiyor gibiydim. Sanki cam bir kavanozdaydım.

0284-bir-kucucuk-kiz-cocugu-1997-sertab-erener-roportaji (3)
Sertab Erener — (d. 4 Aralık 1964, İstanbul), Türk şarkıcı, söz yazarı ve besteci. Koloratur soprano türündeki sesi sayesinde dikkat çekerek Sezen Aksu’nun yanında vokalistlik yapmaya başladı ve Aksu’nun desteğiyle çıkardığı albümlerle 1990’ların başında adını duyurdu. (Vikipedi)

Küçükken sanatçı olacağınıza dair sinyaller var mıydı?
— Vallahi geçenlerde Serdar, “İncelikler” şarkısının klibini izleyince şöyle dedi: “Sertab, ne ben, ne annem, ne babam, senin sanatçı olacağını fark etmemişiz. Ama sen çoktan artist olmuşsun bile”. Çok hoşuma gitti bu. Çünkü gerçekten de ben Işık Lisesi’nde orta ikide okurken içime bir fenalık geldi okuldan. Anneme dedim ki, “Anne, ben okumuyorum”. Tam Türk filmlerinden alınmış bir replikti ve o lâfımı da gururla anarım. Gitmemeye karar vermiştim. Konservatuara gitmek istediğimi söyledim. İçimden sürekli şarkı söylemek geliyordu. Bir ritm duygusu vardı peşimi bırakmayan. Evde de piyano dersleri alıyordum. Zaten ezelden beridir bir müzik tutkusu vardı.
Ailede müzik dinlenir miydi?
— Tabii. Evimizde müzik hep vardı. Türk pop müziğinin önde gelen tüm sanatçıları dinlenirdi. Ajda Pekkan, Sezen Aksu. Onların kırkbeşlikleri hiç eksik olmazdı. Babam da zamanında Türk Sanat Müziği’yle ilgilendiği için, sanat müziği de dinlenirdi. Babamın besteleri var, ayrıca sesi de çok güzeldir. Çok güzel ud çalardı. Rahmetli Zeki Müren ile aynı dönemde aynı hocadan ders almışlar. Böylesine bir müzisyen tarafı olmasına rağmen avukat olmayı seçmiş.

0284-sener-sen-pamukbank-reklami-sifir-faizli-kredi-genc-pamukbank
PAMUKBANK — Açık hesabımda her ay ortalama en az beş milyon bulunduruyorum. Bank24’e gidiyorum. Tık tık tık. Açık hesabımdan sıfır faizli kredimi çekiyorum. Geri ödeme yaparken tek kuruş faiz ödemiyorum. Dahi miyim, neyim?

Annenizin müzik kabiliyeti var mı?
— Annem dinleyici olarak müzikle ilgilenir. Umarım dinleyici olarak da kalır. Çünkü sesi felakettir. Fakat o da sanatın başka bir alanına yönelmiş biri. Zaten babamla da Güzel Sanatlar iç mimaride tanışmışlar ve evlenmişler. Onun çizgisi çok kuvvetli. Ailede sanata eğilim var yani. Ama benim ileride sanatçı olacağıma dair hiçbir sezgi yoktu onlarda. Örneğin ilkokulda mandolin çaldım. Fakat mandolinden ve o dersten de nefret ettim. Çünkü hocamız parmaklarımızı tellerin üzerine bastırarak acıtıyordu. Benim canım acıdığı için mandolin dersinden tüydüm. Tüyüş o tüyüş.
Lisede şarkı söyleme kabiliyetiniz ortaya çıkmış mıydı?
— Çıkmıştı ve çoktan mimlenmiştim. Babamın da sesi çok güzel olduğu için birlikte söylerdik. Fakat ne acıdır ki babamın şarkı söylerken ki sesini yıllardır duymadım. Söylemiyor, herhalde ben söylüyorum diye. Her şeyi bana mı devretti nedir?
Sesinizin güzelliği kime çekmiş olabilir?
— Asıl güzel ses babaannemden geliyor. İşin piri oydu. Mükemmel bir şarkıcıydı. Şimdi sesini hatırladığımda anlıyorum ki koloratür sopranoydu o. Çok bir tiz sesi vardı. Köprüden geçti gelin adlı şarkıyı söylerdi. Hâlâ o sıcaklığıyla hatırlıyorum. Ona gittiğimde çay kahve yapardık, oturup içerdik. “Efendim, çocuklar nasıl?” muhabbeti yapardık. O da bana fış fış kayıkçıyı söylerdi.

0284-bir-kucucuk-kiz-cocugu-1997-sertab-erener-roportaji (4)
Erener, sesi sayesinde birçok kez övüldü ve Sezen Aksu’nun desteğiyle çıkış yapan şarkıcıların en ünlülerinden biri oldu. Eurovision’da birinci olması üzerine Türkiye Cumhuriyeti Devlet Üstün Hizmet Madalyası’na layık görüldü. Hürriyet tarafından 2014’te hazırlanan “Cumhuriyetin 91. Yılında 91 Sembol Kadın” listesine dahil edildi. Şarkıcılığın yanı sıra Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde bir yıl öğretmenlik yaptı. (Vikipedi)

Konservatuara başlamanız ne zamana denk geliyor?
— Lise ikinci sınıfta başladım. Orta ikiden liseye kadar özel dersler aldım. Okul bu arada ite kaka gidiyor. Lise, birden fen lisesine dönüştü ve ben acayip bocaladım. Kimya sıfır, fizik sıfır. Bu arada kolit azıyor, hastaneler oluyor, üstümde garip ilaçlar deneniyor. Her şeyi deniyoruz yani. Kortizon tedavizi görüyoruz. Bir dönem yaram iyileşti. Bir şeye sıkıldığım zaman sil baştan yine aynı şeyler.
+
Bir gün evde Chopin buldum evde günlerce ona çalıştım. Hoca geldiğinde ona çaldım. Kadın inanamadı. Lise ikide fark ettiler ki okul beni mutsuz ediyor, o ortamda kalırsam kolit azacak. Ben zaten üniversite okuyup, işletmeci falan olmak da istemiyorum. Şan ve opera söylemek istiyorum. Evde opera dinliyorum ve Barbara Streisand takıntısı var. O çok önemli. Şimdi dinleyince sıkılıyorum ama uzun yıllar o benim primamdı. Neyse, konservatuara verildim. Annem okula kaydımı yaptırırken, “Okulunu da değiştiriyoruz, hastalığı da geçer inşallah” gibi bir gözdağı vermiş okul yönetimine.
Konservatuarda hastalığınız hafifledi mi?
— Tabii ki hafifledi. Olmam gereken yerin o olduğunu girer girmez anladım. Her şey değişti. Bütün o içimdeki karamsar düşünceler dağıldı. Hayata başka gözlerle bakmaya başladım. Pespembe oldu dünyam. O disiplin kalktı. Konservatuar sınavlarına da Pierre Loti’de girdim. Okul o zaman Cağaloğlu’ndaydı. Benim için okul binlerce anıyla birlikte başladı. Çok güzel iki yıl geçirdim orada. Bina yıkılmak üzere olduğu için Kadıköy’e taşındık. Ama Pierre Loti belediye konservatuarında okuyan kimse orayı unutamaz. Eski bir geleneğin iziydi o bina. Yıllarca müzik yapılmış, Cemal Reşit Rey’lerden tut da birçok önemli müzisyenler orada yetişmiş. Mesela yağmur yağardı tenekeler konulurdu sınıflara. Bina eskiydi ama biz çok seviyorduk.

0284-bir-kucucuk-kiz-cocugu-1997-sertab-erener-roportaji (1)
SERTAB ERENER — “Benim düşündüğüm gibi, hayal ettiğim gibi çıkmadı. Kendi içimde yarattığım başka bir operaydı belki de. Ne bileyim ben. Yurt dışına gidecek öyle bir para pul, öyle bir burs yoktu o dönem. Sonra dedim ki jingle söylüyorum. Para da kazanıyorum. Ben en iyisi kendi kulvarımda kendi kendime bir şeyler yapayım.” (2008, Hürriyet)

“İncelikler” klibine gelirsek. Hep o filmlerdeki gibi kıpır kıpır mıydınız?
— Enerjiden patlıyormuşum. Fıttırı fıttırı bir kızdım. Küçükken bir kere bize bir anket düzenlenmişti. “Kendinizi nerede hissediyorsunuz?” diye bir soru sorulmuştu. “Ayak altında” diye yanıtlamıştım. Çünkü herkesin ayağının dibindeydim. Sürekli hareket halindeydim.
Seyahat eden ve yaşamaktan zevk alan bir aile havası var klipte.
— Gerçekten de öyleydik. Annem ve babam birbirlerini çok sever. Bize de hep sevgi aşıladılar. Çok da gezerdik. İki günlüğüne bile bir tatil olsa hemen İstanbul’dan uzaklaşırdık. Zaten evin bir köşesinde seyahate çıkmak üzere hazırlanmış olan bir bavulumuz vardı. Marmaris’e ya da Yalova Termal’e giderdik. Termal o zamanlar çok lüks bir yerdi. Ekonomik durumu yüksek, zengin bir ailenin çocuğuydum ama sosyetik saçmalığı hiç yaşamadık Allahtan. Biz lüksümüze ve rahatımıza çok düşkündük. İyi para kazanan ve iyi harcayan bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Çok gezdik çok. Otellerde kral daireleri açılırdı. Dört kişilik bir aile olarak, o zaman Renault 12 Türkiye’ye yeni gelmişti. O otomobille Avrupa turuna çıkmıştık.
Anneniz çalışıyor muydu?
— Annem evlenince ayrılmış. Bankada çalışıyormuş, bırakmış. Bizlere bakmış. Babam istememiştir belki de. Dedim ya, keyiflerine düşkünlermiş. O seyahatlerde de hiç fotoğraf çekilmezdi zaten. Babam hep film çekmiş. Sekiz milimetrelik bir makinamız vardı. Hâlâ da evde durru. Elektronik aletlere düşkünlüğü vardı biraz. Mesela buzdolabı alınacaksa araştırılır, en iyisi alınırdı. Amerikan marka. O makinayı keşfetti babam ve bütün çocukluğumuzu çelti. Avrupa turumuz da var aslında o filmlerde. Klipte gördükleriniz elimizdekilerin yüzde biri falan. Makaralarla dolu ev.

0284-reebok-ayakkabi-reklamlari-1997-yilinda-spor-ayakkabilar
REEBOK — Kendine iyi bak!

Şarkının sözleri birtakım mesajlar içeriyor, ne dersiniz?
— O şarkı sözü beni anlatıyor. Sezen beni düşünerek yazdı o sözleri. Zaten birlikte çıktı ortaya. Tam da benim istemediğim halde fazlaca medyatik olduğum, özel hayatımın çok kurcalandığı bir döneme geliyordu. Üzüldüğümü biliyordu. Gerçekten de beli çok ince olduğum için birtakım acılar çektim. İnsan ilişkilerine belki gereğinden fazla değer veriyorum. Şarkımın çok ciddi bir mesajı var, ama anlayana!



0284-elizabeth-hurley-1997-cosmopolitan-dergi-kapagi

 Kaynak: 1997, Cosmopolitan Dergisi