Beş çocuklu bir ailenin en küçük kızıyım. Ama, en küçük ablamdan on yaş küçük bir kız. İlkokulu bitirdiğim güne kadar, pek kayda değer olaylar çalkantılar olmadı hayatımda. 1952 -1953 yıllarında annemden, babamdan gizli olarak konservatuara kaydoldum. Sonra, annemden gelen, beklemediğim ölçüde anlayış, babamdan karşı çıkmalar. Ne üzüntülü yıllardı onlar… Sabah, annem okula getirir, öğleden sonra babam gelip dersten çıkarır Aslında, geri kafalı bir adam olmayan babam, sırf anneme inat, balerin olmamı istemezdi. Ablalarım kendi düzenlerini kurmuşlar, bir anlamda kurtulmuşlardı evdeki huzursuzluktan. Ben kurban oluyordum ana-baba çekişmesine. Babam birkaç kez, Mithat Fenmen’e kadar çıkıp «Kızımın köçek olmasını istemiyorum» bile demişti. Cumartesi geldi mi, içime bir korku dolardı, babam gelecek de gene bir olay çıkaracak diye.

O zamanlar, Bayan Fenmen çok zarif bir hocamızdı. Çok severdik kendisini. Bir de ilginç bir olay aktarayım size dilerseniz: Sınıfımızda, bale ile hiç bağdaşamayacak şişmanlıkta bir kız vardı. Ama bütün hocaların özel olarak ilgilendiği bu kızcağız, bacağını on santim havaya kaldıracak diye herkesin neden çırpındığını bir türlü anlayamazdım. Sonra, bir gün sınıfa girdiğimde, çok hoş bir sahneyle karşılaştığımı hatırlıyorum. Aysun adlı arkadaşım, şişmanı altına almış, bir yandan dövüyor, bir yandan da söyleniyordu: «Vekil kızıysan bana ne? Senden balerin değil, ancak balina olur…» 

 

«Evet, okulumu çok seviyordum, ama artık bana yol görünmüştü. Babamın huysuzlukları ve devamsızlığım yüzünden konservatuvardan ayrılmak zorunda kaldım. Babamın huysuzlukları ve devamsızlığım yüzünden konservatuvardan ayrılmak zorunda kaldım. Hayatımın en acı günleri. Uzun süre okulun önünden geçemedim. O yıllara bir ad vermek gerekirse boğazımda sürekli bir yumruyla dolaştığım yıllar; diyebilirim rahatlıkla. Dilerim, yanlış kültür koşullandırması yüzünden pek çok yetenek doğmadan ölmüyordur hâlâ… Evet, nur içinde yatsın, babam önceleri çok çektirdi bana. Ama, sonradan annemle barıştığında, kesinlikle soyadımı kullanamazsın diyen, Cüneyt’le evlendikten sonra, ‘Kaçmaz’ı kullansan olmaz mı?’ diyecek kadar yumuşamıştı.

RASTLANTININ ÖNEMİ
«Bence insanları birçok olaylara iten ve onların hayatında belirleyici şey raslantıdır. Öyle olmasaydı, böyle olmazdı felsefesi vardır ya, ben kendi hayatımla bunun doğruluğunu kanıtladım. 1956 yılıydı. Çocuk Tiyatrosunda oynayan iki kızkardeş arkadaşım vardı. Küçüğü Tarcan’ın da, ‘Mavi Kuş’ adlı oyunda rolü vardı. Birlikte gittik bir gün oyuna. Anladım ki, Mavi Kuş içimizdeydi. Neyse, o-yunun bitiminde Tarcan’ı beklemeye başladım. İri yapılı, kara bakışlı bir adamın beni süzmeye başladığını farkettim. Soru sormasın diye, kaçmaya yeltendim. Durdurdu beni.

+ Birini bekliyorsan, gel içeriye.
— Bir arkadaşımı bekliyorum. Eve birlikte dönecektik de…

Kaynak: 1978, Hayat Dergisi
DEVAMI GELECEK