Türkân Şoray’la yakın plan tanışmamız 1961’de Büyük Gazete adına (sayı 63) yaptığım bir röportajla başlar. O yıl küçük Şoray, 16 yaşına yeni basmıştır. Ve tam açılmamış bir “goncagül” gibidir. Ürkek ve kırılgan. Yaşına göre biraz tombulca, ama içten içe taze bir rüzgârı vardır. Sonraları bu masum esinti, vurucu bir “karizma”ya ve giderek de bir fırtınaya dönüşünce, önce kaleyi içten fethedecektir. Aşağıdan yukarıya doğru o pasör duruşuyla. Set işçilerinden, ışıkçılara, kameramanlardan görüntü yönetmenlerine, oyuncusundan yönetmenine ve de yapımcısına dek.

Ve önceleri 16 yaş heyecanıyla ne kadar da masum bir duruşu vardı Şoray’ın. Ya sonraları? O masumiyetin, o içgüdüselliğin profesyonelleşme sürecine girince. Nuri lyem’in tablolarındaki gibi o kocaman kocaman gözleriyle, aygın-baygın bakışlarıyla, ıslak havası veren yan aralık etli dudaklarıyla ve bu genel duruşun toplamına bakıldığında “artiz Türkân Şoray”a özgü bir “oyun” sergilenecektir çaresizlik yıllarında Türkân Şoray, tam “kendisi”dir. Yani her tür yabancı katkı maddesinden uzaktır. Ne Galatasaray Kulübü yöneticilerinden “ikinci başkan” Rüçhan Adlı vardır yaşamında. Ne de Adlı’nın medyatik yakıştırmasıyla “sultan”dır. Yalnızca, sinemaya girişinin ilk yıllarında 7-8 filmde oynamış bir “yıldızcık”dır. Ve bu “kurtlar sofrası” Yeşilçam’da “ikinci beyin” görevini üstlenen annesi Meliha Şoray’ın “velayet”i altındadır. Kocamustafapaşa’daki Küçük Komedi Tiyatrosu’nda “Zurnada Peşrev Olmaz” adlı oyunla sahneye de çıkan ve magazin basınındaki adıyla “Çılgın Meloş”, Rüçhan Adlı’dan önceki “ikinci beyni”dir kızı Türkân’ın. Ve bu arada Meliha Şoray işi büyütüp deterjan ticaretine başlar. Ürünün adı “Şoray deterjanıdır”. Bir kimlik arayışı içinde olan Türkân Şoray, henüz “özgür” değil, çaresiz bir “emir kulu”dur. Başka bir deyişle de “ana kuzusu.”

turkan-soray-gencligi-turkan-soray-fotograflari-turk-sinemasinin-sultani (3)
Türkan Şoray, annesi Meliha Şoray ile birlikte.

Rüçhan Adlı denince Türkân Şoray’la, Türkân Şoray denince Rüçhan Adlı’yla birlikte anımsanmaları çok doğaldır. Dillere destan bir birlikteliğin yaşanan sonucudur bu. Bir kalemde hafızalardan silinmez. Ancak her hatırlanışında ‘Türkân Şoray’ı Rüçhan Adlı yarattı iddiası da tartışmalıdır. Oysa Şoray’ın dipten gelen saklı yetenekleri olmasaydı, Türkân Şoray’ı kim yaratabilirdi ki? Rüçhan Adlı’nın her yönden büyük katkıları vardı, inkâr edilemezdi. Ama onu yönlendirme konusunda çok büyük yanlışları da.

turkan-soray-gencligi-turkan-soray-fotograflari-turk-sinemasinin-sultani (09)
“Kader Kapıyı Çaldı” adlı filmin bir sahnesi ve yağmurlu camlar ardında romantik bakışlı bir Türkan Şoray.

Yeşilçam’daki oyunculuk macerasının da bir öncesi vardır Türkân Şoray’ın. Gökten zembille inmedi ya. Gerçekten bu maceralı öykünün öncesi tam bir Yeşilçam filmi gibidir. Sorulduğunda aynen şu yanıtı verir her defasında:
— Babamdan ayrılınca annem, bir başka eve çıktı. O evdeki hanım sinema oyuncusuydu. Beni bir gün sete götürdü. Ben öğrenciyim. Elimde çantam, önlüklüyüm. Film setini ilk defa görüyorum hayatımda. Işıklar, lambalar, kordonlar. Yönetmen beni görüyor ve herhalde doğal halim dikkatini çekiyor. İki gün sonra film ekibi geldi ve ben hiç böyle bir şey bilmezken, aklıma hayalime getirmezken film çevirmeye haşladım. Çok ani oldu.

Her şey bir yana, “ani oluşu” gerçekten doğrudur, Ve “o evdeki sinema oyuncusu hanım” deyip adınıı vermekten kaçındığı veya unuttuğu komşu kızı Emel Yıldız (bugün hayvan hakları savunucusu Panter Emel) ) çekik gözlü, esmer bir göçmen güzelidir Türkân Şoray, o Karagümrüklü ev sahibi kızının Emel Yıldız olduğunu “Sinemam ve Ben” adını verdiği kitabında, yıllar sonra ilk kez açıklar kentliyle yüzleşerek.

turkan-soray-gencligi-turkan-soray-fotograflari-turk-sinemasinin-sultani (5)
Türkan Şoray (1969)

Emel Yıldız, Türker İnanoğlu’nun “Köyde Bir Kız Sevdim” adlı filminde oynayacaktır. Emel Yıldız, komşu kızı Şoray’ı İnanoğlu’nun film setine götürür ve İnanoğlu, Şoray’ı görür görmez seti tatil etler. Türkân Şoray, çantası ve siyah okul önlüğüyle film setinde gizli bir deprem yaratmış olmalı ki, “Köyde bir Kız Sevdim”in başrol oyuncusu aniden değiştirilir. Türkan Şoray başrol, Emel Yıldız kapı dışarı. Böylece Şoray, ev sahibi kızının rolünü kaparak Yeşilçam’a adım atar.

Bu masum unutuş, ünlü Fransız reklam yazan Jacques Seguela’nın şu sözlerini akla getiriyor hemen:
“Dünyadaki büyüklerin çoğunda, mesleklerinde yükselirken kendilerine omuz verenleri unutma alışkanlığı vardır. Yolları üzerindeki bütün dostlukları yıkıp geçerler.”
Beklenmedik “sürpriz olay”da Şoray’ın ne günahı olabilir ki, İnanoğlu onu beğenmişse. Ama yine de, dolaylı bir gelişme sonucu, rol çalmanın bir başka boyutudur bu.

turkan-soray-gencligi-turkan-soray-fotograflari-turk-sinemasinin-sultani (14)
Türkan Şoray ve kızı Yağmur Ünal.

Türkân Şoray, Türk Sineması tarihinin, özellikle de “Yeşilçam mitolojisi”nin en “abartılı” yıldızıdır. Aslında “yıldız” değil, “yıldız ötesi” bir varlık, “düşsel” bir kadındır. 1960 yılları yerli film seyircisinin gözünde “çok özel bir kadın” olmaya dönüşmesi, üzerine ve adına yazılan ısmarlama senaryolarla gerçekleşir. Film adlarıyla da abartılı sunumlar birbiri ardına desteklenir, güçlenir.

turkan-soray-gencligi-turkan-soray-fotograflari-turk-sinemasinin-sultani (6)
İsrail sinemalarında yayınlanan Türkan Şoray filminin afişi.

Örneğin 1964’de Ülkü Erakalın imzası taşıyan “Gözleri Ömre Bedel”, bu tür bir “pazarlama”nın “açılış filmi” sayılır. 1965 yılında Nejat Saydam “Siyah Gözler” filmiyle devreye girer. 1967’de “Tapılacak Kadın”la, 1968’de “Dünyanın En Güzel Kadını”yla, 1969’da “Aşk Mabudesi’yle bir “özelleştirme”ye büyük katkılar sağlar. Arada Mehmet Dinler’in “Ölümsüz Kadın’ı (1967) vardır. 1970’de ise Safa Önal’ın “Buğulu Gözler”! ve Atıf Yılmaz’ın “Kara Gözleri!

İri gözleriyle, baygın titrek bakışlarıyla, hafif aralanmış nemli dudaklarıyla, kamerayla sevişircesine oynadığı gişe rekortmeni bazı iş filmlerini de, kötü benzerlerinden ayn bir yere koymalı Türkân Şoray’ın. Osman F. Seden’in “Düğün Gecesi” (1967), Orhan Aksoy’un “Dila Hanım” (1977) filmi gibi.

turkan-soray-gencligi-turkan-soray-fotograflari-turk-sinemasinin-sultani (11)
Metin Serezli, Türkan Şoray, Kerime Nadir, Tarık Akan, Yalçın Gülhan, Murat – Acar Köseoğlu ve Melih Sertesen ACAR FİLM stüdyolarında.

ŞORAY’LI GÖZ MUHABBETLERİ
Tüm bu abartılı sunum biçimlerine karşın, Türk Sineması’nın en fotojenik kadın oyuncusudur Şoray. Yüz karizması asla tartışılmaz. Bütün o büyü, o rüzgârlı sıcaklık yüz yapısından kaynaklanmaktadır. Özellikle de gözleriyle ilgili neler yazılmamıştır ki, bugüne dek? Eğer ünlü Fransız şair Aragon, Türkân Şoray’ı tanımış olsaydı “Elsa’nın Gözleri”ni değil, “Türkân’ın Gözleri” üzerine ne şiirler döktürürdü kim bilir. Ama Murathan Mungan, Aragon’u aratmaz, merak etmeyin. Mungan, “Sultanın Gözleri” adlı şiirini Şoray’a adamıştır.

Ya Zülfü Livaneli’nin Yaşar Kemal/ Türkân Şoray’lı “Yılanı Öldürseler” filmi için bestesini yaptığı, sözlerini yazdığı müzik. Filmin müzikal parçalarından bir bölüm, albümlerde yer aldığında, “Gözlerin Bir Çığlık” adını taşır. Bu göz etkilenmeleri kimi zaman beklenmedik bir düş kırıklığına dönüşür. İşte böyle bir düş bozumuna uğrayanlardan biridir yapımcı-yönetmen Turgut Demirağ. Türkân Şoray’ın oynadığı “Abbase Sultan” adlı filmin Yıldız Parkı’ndaki çekimi sırasında yaşadığı olayı, aynen şöyle anlatır Atıf Yılmaz’a. Atıf Yılmaz bu, kaçırır mı? Hemen anılarında yazar. Bakın, Demirağ ne demiş:
— Yıldız Parkı’nda çalışıyoruz, öğlen olmuş, yemek paydosu vermişiz. Türkân Şoray’ın birinden Coca-Cola istediğini duydum, döndüm ve birden Coca-Cola şişesine de, bana baktığı gibi baktığım farkettim.

turkan-soray-gencligi-turkan-soray-fotograflari-turk-sinemasinin-sultani (13)
Türkan Şoray’ın doğal bir erotizmi.

Kaynak: Türk Sinemasının Marjinalleri ve Orijinalleri