ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, geçen hafta açıklayarak imzaladığı “Türkiye Sözleşmesi” ile gündeme geldi. Bir önceki seçim dönemine göre farklı bir görüntü sergileyen Mesut Yılmaz’la arkadaşımız Erdal İpekeşen görüştü. Tempo Dergisi röportajından kesitler dijitalde ilk kez Eski Hayatlar’da.

TEMPO: Sayın Ecevit, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra bu konuyu siyasi malzeme yapmayacağını söyledi. Sizce yapıyor mu?
YILMAZ: Burada Sayın Ecevit’in tavrından kaynaklanan bir istismar olduğu kanısında değilim. Ancak, konunun kendisi toplumda büyük yankı uyandırmıştır. Bazı siyasi etkiler yaratması da kaçınılmazdır.

TEMPO: Yakalanma olayı 56’ıncı hükûmete, yani Başbakan Ecevit’e nasip oldu. Aslında süreç 55’inci hükûmet zamanında başladı. Peki siz bunu siyasi malzeme olarak kullanıyor musunuz?
YILMAZ: Herhangi siyasi bir çıkar sağlama düşüncesiyle hareket etmenin bu meseleye gölge düşüreceğine inanıyorum. Hatırlayacağınız gibi benim başbakanlığımdaki 55’inci hükûmette izlenen politikada, hemen bir değişiklik olmuştur. Suriye’ye baskı politikası uyguladığımız yeni bir mecraya girmiştir. Ben bölücü başının Suriye’yi terk etmek zorunda kaldığı zamanlarda mecliste dedim ki: “Biz hiçbir zaman hükûmet partileri olarak bu konuyu iç politika malzemesi yapmayacağız ve diğer partilerden de aynı tutumu bekleyeceğiz.”

TEMPO: Bülent Ecevit’in bu yakalanma olayından katkısı var mı? Yoksa devlet kurumları o kadar iyi çalıştı ki, hangi hükûmet olursa olsun bu sonuca ulaşır mıydı?
YILMAZ: Bizim 55’inci hükûmet döneminde yaptığımız politika değişikliğinin üç önemli unsuru olduğuna inanıyorum. Birincisi bölücü örgütü Suriye’deki karargâhından çıkartmak ve bölücü örgütün başını karargâhsız bırakmak. İkinci olarak devlet içinde yeni bir yapılanmaya gitmekti. O tarihe kadar devletin birimleri arasında, özellikle istihbarat birimleri arasında büyük kopukluklar vardı. Biz bölücü terörle, çetelerle ve mafyayla mücadelede devletin güvenlik güçleri ve istihbaratı arasında bir eşgüdüm, bir koordinasyon ve bir işbirliği sağladık. Üçüncüsü de, bölücü başının Suriye’den çıktıktan sonra hiçbir ülke barınmamasını sağlamaktı. Yani 55’inci hükûmet döneminde başlatılan doğru politika, 56’ıncı hükûmet döneminde sonuca ulaştırılmıştır.

TEMPO: Önceki seçimlerde koalisyondan bahsetmiyordunuz. Artık meclis aritmetiğinin fazla değişmeyeceğini mi düşünüyorsunuz?
YILMAZ: Burada yanlış bir anlama var. Koalisyon sözcüğünü seslendiren ben değilim. Ben diyorum ki, şu anda hiçbir koalisyon senaryosu ile ilgili değilim, benim tek bir hedefim var, o da Anavatan Partisi’ni tek başına iktidar yapmak. Eğer tek başına iktidar olamazsak, koalisyon senaryolarını yapıcı bir şekilde değerlendiririz diyorum.

TEMPO: İstanbul’da yapılan ön seçimlerde size yakın bazı isimler çok kötü sonuçlar aldılar. Ama bu isimleri yine listede üst sıralara yerleştirdiniz. Örneğin Cavit Kavak, Bülent Akarcalı, Şadan Tuzcu ve Güneş Taner gibi. Hangi gerekçeyle böyle davrandınız ve delegenin beklentileri listelere neden yansımadı?
YILMAZ: Biz İstanbul’da yasal anlamda bir ön seçim yapmadık, sadece teşkilat yoklaması yaptık. Bunlardan beğenilen 10 tanesini listelerde seçilebilir yerlere koyacağımızı söyledik. Bu teşkilat tarafımızdan şöyle değerlendirildi. Bizim İstanbul’da çıkarabileceğimiz milletvekili sayısı en az 20 kişi olacağına göre demek ki genel merkez geri kalan 10 kişi merkez kontenjanından değerlendirecektir. Eh, değerlendireceği kişiler de daha önce hükûmet kadrosunda görev almış, meclis çalışmalarına katılmış, bu konuda tecrübe sahibi arkadaşlardır. Dolayısıyla o kişilerin zaten listede yer alabileceği kanısına varılarak bir tutum ortaya çıktı.

TEMPO: Merkez sağdaki DYP ile yarışmanız ile birlikte Fazilet Partisi’yle de rekabet içindesiniz. Sizin için öncelikli rakip hangisi?
YILMAZ: Türkiye’de seçmen artık alışılmış kalıplar içinde değil. Sonuçta benim ANAP olarak belirlenmiş öncelikli bir rakibim söz konusu değil.

TEMPO: Sorumu biraz değiştireyim. Seçimleri futbol şampiyonasına benzetirsek, sizin şampiyonluk yarışındaki rakibiniz hangi parti?
YILMAZ: İsterseniz bunu futbol maçı gibi düşünmeyelim de, bir koşu yarışı olarak düşünelim. Bu seçime 21 tane parti katılıyor. Bugüne kadar Türkiye’de bu kadar geniş katılım hiçbir zaman olmamış. İkincisi de sanıyorum ki Türkiye’de ilk defa iki seçim bir arada yapılıyor. Ben şu anda hangi seçimin öbürünü etkileyeceği konusunda emin değilim. Yine yarışa dönerken, biz bu koşuda sağımızda ve solumuzdaki koşanlara bakmak yerine kendi kulvarımızda önümüze bakacağız ve bu yarışı birinci bitirmeye çalışacağız.

TEMPO: Gelelim vatandaş ile hazırladığınız sözleşmeye. Nereden çıktı bu mukavele?
YILMAZ: Vatandaş partilerin birbirleriyle yarışmasından daha çok, günlük sorunların halledilmesini istiyor. İşte buradan yola çıkarak Türkiye Sözleşmesi’ni vatandaşa sunduk. Seçim kararının verildiği 1998 yılı ortasından itibaren geniş bir araştırma yaptırdık. Toplum açısından en öncelikli konuları tespit ettik ve hangi çözümleri istiyorlar, bunları araştırdık. Neticede bu çalışmanın sonucunda Türkiye Sözleşmesi adı altında bu belgeyi ortaya koyduk. Bu, Türkiye siyaset tarihinde ilk defa ortaya konan bir belge. Vatandaşa, 5 yıl içerisinde hangi işleri hangi takvim içinde, nasıl yapacağımızı anlatıyoruz. Bunu yapamadığımız ya da zamanında yapamadığımız takdirde seçmenin bizden hesap sorma imkânını getiriyoruz.
Kaynak: 1999, Tempo Dergisi